17 Şubat 2014 Pazartesi

İnsan Vücudu ve İşleyişi

   Bir ilkyardımcının, ilkyardım müdahalelerini yerinde ve doğru yöntemle yapabilmesi için  insan vücudunun yapısı ve işleyişi ile ilgili bazı temel bilgileri bilmesi gerekir. Özellikle kırıklara müdahale için vücudun hareket sistemini, kalp canlandırması yapabilmek için dolaşım ile solunum sistemini ve taşıma tekniklerini doğru bir yolla yapabilmek için sinir sistemini iyi bilmek gerekir. 

   İnsan vücuduna baktığımızda en küçük yapı taşı hücredir. Vücudumuzda hücreler biraraya gelerek dokuları, dokular biraraya gelerek organları (kalp, karaciğer vb.), organlar biraraya gelerek sistemleri oluşturur (sinir sistemi, dolaşım sistemi vb.). Hücreler, hücre zarı, hücre sıvısı ve çekirdekten oluşur. Hücre zarı, hücre için gerekli olan maddeleri içeriye, gereksiz olanları da hücre dışına taşır. Hücre sıvısı (stoplazma), hücre zarından alınan protein, yağ ve şekeri hücrenin kullanmasını sağlar.  Çekirdek ise hücrenin çoğalmasını sağlar. Vücudumuzda dört tip doku vardır. Bunlar; epitel doku (koruyucu doku), kas dokusu (hareketi sağlar), sinir dokusu (sinir hücrelerinden oluştuğu için uyarıları algılar) ve bağ dokusu (destek görevi görür, dokuları birbirine bağlar). 

   Vücudumuzdaki en önemli bilmemiz gereken sistemler, hareket sistemi, dolaşım sistemi, sinir sistemi, solunum sistemi ve boşaltım sistemidir. Hareket sistemi, vücudu korur, destekler ve kaslar arasında ilişki kurarak hareketi sağlar. Kemikler, eklemler ve kaslar gibi yapılardan oluşur. Kemikler sert, dayanıklı ve vücuda destek veren yapılardır. Vücudumuzda değişik şekil ve boyutta 206 tane kemik vardır. Eklemler, kemik uçlarını birleştirerek hareketlerini sağlar. Kaslar ise hem kemik hem de kasları sararak vücudun hareketini sağlar. Dolaşım sistemi, kalp, damarlar ve damarların içerisinde dolaşan kandan oluşur. Vücudun bütün yapılarına kan yoluyla oksijen ve besin maddelerini vb. taşıyan bir sistemdir. Kalp, dolaşım sisteminin merkezi, istemsiz çalışan çizgili kastan oluşur. Sağ ve sol olmak üzere iki bölmeden oluşur. Kalp toplardamarlarda dolaşan kirli kanı akciğerlere temizlenmek üzere taşır ve temizlenen kanı vücudun en uç bölgelerine pompalar. Kan damarları atardamar, toplar damar ve kılcal damarlardan oluşur. Kılcal damarlar, atardamar ve toplardamar arasındaki ilişkiyi sağlar. Hücrelerle yakın temasta oldukları için hücre ile kan arasındaki besin alışverişini sağlar. Yetişkin bir insanın vücudunda 4-5 litre kadar kan bulunur. Oksijen ve diğer besin öğelerinin taşınması, vücut sıcaklığının ayarlanması, vücudun enfeksiyonlara karşı korunması ve kanamanın durdurulması kanın görevleri arasındadır. Sinir sistemi; beyin, beyincik, omurilik soğanı ve omurilik yapılarından oluşur. Beyin, kalp gibi sağ ve sol olmak üzere iki yarım küreye ayrılmıştır. Bu kürelerin her biri vücudun kendisine aksi olan bölgelerini kontrol eder. Yani sağ lob sol tarafı, sol lob sağ tarafı yönetir. Kafatası içerisinde korunaklı durumda, zeka, irade ve algılama merkezidir. Beyincik, denge merkezi olup beynin altında ve arka taraftadır. Hareketlerin uyumlu olması beyincik tarafından sağlanır. Omurilik soğanı, beyinciğin ön tarafında, beyin ile omurilik arasında köprü oluşturur. Omurilik, merkezi sinir sisteminden gelen uyarıları alıp iletir. Yaşamsal işlevlerimizi (dolaşım, solunum vb.) kontrol eden merkezler omurilik iç kısmındadır. Solunum sistemi, solunum yollarından ve akciğerlerden oluşur. Hava geçişini sağlayan kanallar solunum yollarıdır. Bu kanalları; burun boşlukları, yutak, damak, solunum borusu, bronşlar (solunum yolları) ve bronşiyoller (solunum yolu dalları) oluşturur. Solunum işlevini yapan esas organ akciğerlerdir. Göğüs kafesinin her iki yanında bulunur. İç alanlarında kılcal damarlara oksijen veren ve karşılığında karbondioksiti alan alveoller (hava kesecikleri) bulunur. Akciğerler sürekli hareket halindedir. Dış kısımları plevra denilen zar ile kaplıdır. Yetişkin bir birey derin bir nefes ile akciğerlerine 5 litre hava alabilir. Her soluk alışverişte 0.5 litre hava akciğerlere girer çıkar. Akciğerlerin normal çalışabilmesi için dakikada 12-20 solunum yapması gerekir. Boşaltım sistemi ise vücutta idrar yapımını ve boşaltımını sağlayan sistemdir. Böbrekler, idrar borusu, idrar kesesi ve idrar kanalı boşaltım sistemini oluşturur. Kandan vücut için zararlı sıvı ve maddelerin süzülerek atılmasını ve gerekli olan su ve maddelerin tutulması boşaltım sisteminin görevidir. Böbrekler sağ ve sol karın duvarının arka bölgesinde yer alan iki adet fasülye tanesi görünümünde olan yapılardır. Süzme işlemini böbrekler yapar. İdrar borusu böbrekten çıkan idrarı idrar kesesine taşır. İdrar kesesi gelen idrarı biriktirerek dışarıya atılması için idrar kanalına gönderir. İdrar kanalı ise istemli olarak idrarın dışarı atılmasını sağlar.

   Doğru ilkyardım müdahalesi yapabilmek için hasta/yaralı değerlendirilirken yaşamsal bulgular dediğimiz bilinç durumu, solunum, dolaşım ve vücut ısısı gibi bulguların varlığı, yokluğu ve düzeyi ilkyardımcı için çok önemlidir. Bilinç düzeyi, olan bir kazadan hasta/yaralının ne derece etkilendiğini gösterir bize. Belirli uyarılar vererek hasta/yaralıdan yanıt alınıp alınamadığı gözlenir ve derecelendirilmeye çalışılır. Sözlü ve dokunma uyarılarına yanıt var ise bilinç yerindedir. Sadece sözlü uyaranlara yanıt veriliyorsa birinci derece bilinç kaybı vardır. Sadece dokunarak yapılan uyaranlara yanıt varsa ikinci derece bilinç kaybı mevcut. Hem sözlü hem de dokunarak yapılan uyaranlara yanıt yoksa üçüncü derece bilinç kaybı vardır ve tehlikelidir. Solunum, alınan havanın akciğerlere giriş ve çıkışının duyulması, hissedilmesi ve gözlemlenmesi ile değerlendirilir. Bir insanın bir dakikada yaptığı solunum sayısına solunum sıklığı denir. Yetişkin bir insanda dinlenme halinde normal solunum sıklığı dakikada 12-20'dir. Normal soluma durumu ritmiktir. Solunum sıklığının artması; hızlı ve yüzeyel soluma durumudur. Özellikle astım vb. hastalarında aşırı güç harcama ve solunum yetersizliği durumu mevcuttur. Solunum sıklığı azalması; az soluma durumudur. Ciddi ateş düşüklüğü vb. durumlarında gözlemlenir. Düzensiz bir solunum sinir sisteminde önemli bir zedelenme olabiliri düşündürür. Vücutta dolaşımın var olduğu nabız atımı ile anlaşılır. Nabız, kalp atımlarının damar duvarlarına yaptığı basıncın elle hissedilmesidir. Atardamar bölgelerinden üç parmak ile hissedilir. Değerlendirmede nabız noktaları; şahdamarı (adem elmasının her iki tarafında) mutlaka tek taraflı alınmadır, ön kol damarı (bileğin iç kısmında, başparmağın gerisinde) ve ayak damarıdır (ayak sırtının merkezinde). Dinlenme halinde yetişkin bir bireyde normal nabız dakikada 60-100 atımdır. 100 atımın üzerinde olan nabız, hızlı nabızdır. Kalp aşırı çalışıyor ve durabilir. İç kanamalarda ve bazı kalp hastalıklarında nabız hızlı olur. Dakikada 60 atımın altında olan nabız yavaş nabızdır. Bu durumda kalp çok yavaş çalışmakta ve vücudun diğer yerlerine yeterince kan gönderememe durumunu gösterir. Bazı sporcularda herhangi bir risk yokken de nabız 60'ın altında olabilir. Bu durum normaldir. Vücut ısısı yaşamsal bulgulardan bir diğeri, özel vücut derecesi ile belli noktalardan alınarak anlaşılır. Normal ateş (vücut ısısı) koltuk altında 36.5 °C, ağız içinde ve rektum bölgesinde 37,0 °C'dir. 36,5-37,0 °C'in üzerinde çıkan ateş yüksek ateştir. Özellikle küçük çocuklarda 41,0-42,0°C'nin üzerine çıktığında tehlikeli durumlar, sinir sistemi bozuklukları oluşabilir. Ateşin 36,0 °C'nin altında olması düşük ateştir. 34,5 °C'nin altına düştüğünde yaşamsal tehlike oluşturur. 31,0 °C'nin altında ölüm gerçekleşir. Tansiyonda yaşamsal bulgular için önemlidir. Kalbin kasılma ve gevşeme halinde kanın damar duvarına yaptığı basınca kan basıncı (tansiyon) diyoruz. Küçük tansiyon, kalbin gevşeme anındaki basıncıdır. Buna diastol denir. Normal değerleri; 50-80 mmHg'dır. Büyük tansiyon, kalbin kasılma anındaki ve atardamarlara kan pompaladığı sıradaki basınçtır. Buna da sistol denir. Normal değerleri; 100-130mmHg.'dır.

   Vücudun yapısını inceleyip anladığımızda, sistemlerin hangi organlardan oluşup görevlerini bildiğimizde, yaşamsal bulguların neler olduğunu ve normal sınırlarını öğrendiğimizde biz ilkyardım yapmak için çok yol kat etmişiz demektir. Yanlış uygulamalardan sakınmak, olan bir olaya yerinde, doğru zamanda ve doğru yöntemle müdahale ettiğimizde hayat kurtarırız!

23 Ocak 2014 Perşembe

Obezite ve Sağlıklı Yaşam

   Bu yayında obezitenin ne olduğu, nedenleri, obezitenin neden olduğu hastalıklar, riskleri, tedavi yöntemlerinin yanı sıra; obez olduğumuzu nasıl anlarız ve obeziteden korunma yollarını, güncel kaynaklarla paylaşmaya çalışacağım.

   Vücudumuzun yağ kütlesinin yağsız kütleye olan oranına baktığımızda aşırı bir sonuca ulaşıyorsak veya boy uzunluğumuza göre vücut ağırlığımız istenilen düzeyin üzerinde olursa yani alınan enerji, harcanan enerjiden fazla olursa "obezite" durumu gerçekleşir. Sağlıklı bir yaşam için alınan enerji miktarının harcanan enerji miktarına eşit olması gerekir.  Dünya sağlık örgütü (WHO-DSÖ) obeziteyi sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımlamıştır.

  DSÖ tarafından yapılan Asya, Afrika ve Avrupa'da yapılan ve 12 yıl süren MONICA çalışmasında obezite prevelansı (nüfusta var olan obez hasta sayısının, risk altındaki nüfusun sayısına bölünmesi) 10 yılda % 10-30 oranında bir artış olduğu ortaya konulmuştur. Türkiye'de obez hastalığı, kadınlarda daha fazla, 45-65 yaşları arasında daha sık, kentsel alanda ve doğu bölgesine oranla batı bölgelerinde yaşayan kişilerde daha sık gözlemlenmiştir.

   Obezitenin nedenleri arasında; hayat koşuşturması içinde dengesiz beslenme, yetersiz fiziksel aktivite yapılması, bazı endokrin hastalıklar, yaş, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel durum, bazı ilaçlar, cinsiyet, genetik faktörler, eğitim düzeyi, sigaranın bırakılması, alkol alışkanlığı, stres, evlilik, kadınlarda doğum sayısı ve doğumlar arası süre, menopoz ve yaşlılık durumları gözlemlenmektedir. Obezitenin riskleri ise şunlardır: Depresyon, kendine güvensizlik gibi psikolojik bozukluklara ve toplumsal uyumsuzluklara neden olmaktadır. Vücut ağırlaştığı için iskelet ve kaslar üzerinde olumsuz etkileri olmaktadır. Varis ve varis yaraları obez kişilerde daha fazla gözlemlenmektedir. Karın içinde ve duvarında yağ toplanması sonucu karın kasları zayıflar ve fıtık oluşumunu tetikler. İleri derece ve uzun süreli obezite diyabet, yüksek tansiyon gibi endokrin ve metabolik hastalıklara neden olur. Obez kişilerde ürik asit düzeyi yükselip gut hastalığına neden olabilir. Miyokard infaktüsü ve kalp yetmezliği gibi kalp problemleri, safra taşı ve komplikasyonları sık görülür. Uyku esnasında horlama ve gece sık sık uyanma obez kişilerin şikayetleri arasındadır. Obezite başlı başına çağımızın en büyük hastalığı olan kanseri de tetiklemektedir. Özellikle kadınlarda göğüs, yumurtalık kanseri erkeklerse ise prostat riskini artırmaktadır. Obez kişilerde ameliyat sonrası komplikasyonlar (yara oluşma, dikiş atma vb.) daha sık gelişmektedir. Kaslarda ve ayaklarda fungal (mantar) enfeksiyonları gibi deri enfesiyonları obez kişilerde daha sık rastlanır. Obez kadınlarda doğum daha güç ve risklidir. Obez kişiler zayıf kişilere oranla daha sık ev, iş ve trafik kazalarına maruz kalmaktadır.

12 Kasım 2013 Salı

İlkyardım Temel Uygulamaları


   Normal yaşantımızda beklemediğimiz bir zamanda çevremizde herhangi bir kişi yaralanabilir, kalp krizi geçirebilir, boğulabilir. Bizde kendimizi olayın olduğu ortamda ve ilkyardımcı olarak yardım etme durumunda bulabiliriz. Bu yüzden ilkyardımın ne olduğu, aşamalarını ve ilkyardımcının özellikleri ve uyması gereken kurallar iyi bir şekilde bilinmelidir.

   Hastalık ya da kaza sonucu sağlığı tehlikeye giren kişinin durumunun kötüleşmesini önlemek amacıyla, olayın olduğu yerde, sağlık personeli gelinceye kadar, ilaçsız ve eldeki imkanlarla yapılan müdahaleye "ilkyardım" denir. Yapacağımız ilkyardımın amacı hasta/yaralının durumunun kötüleşmesini önlemek, yaşamsal fonksiyonlarının sürdürülmesini sağlamak ve iyileşmesine yardımcı olmaktır. Sağlığı tehlikeye giren kişiye hastanelerin acil tedavi ünitelerinde sağlık personeli tarafından ilaçlı olarak yapılan müdahaleye ise "acil tedavi" denir. 

   Herhangi bir kaza ya da ilkyardım gerektiren acil bir durumla karşılaştığımızda heyecanlanabilir ve kafamız karışabilir. Sakin olmamız ve doğru karar vermemiz için kendimizi ilkyardımcı olarak eğitebiliriz. Olaya müdahale etmeden önce kendimize, ilkyardım yapmak için neye ihtiyacımız var, en iyi yardımı nasıl verebilirim diye sormamız gerekir. Bu sorulara en iyi cevabı bulmak için bilmemiz gereken üç temel uygulama Koruma-Bildirme ve Kurtarmadır. İlkyardımda Koruma-Bildirme-Kurtarma ilkyardımcının yapacağı müdahalenin sonuçlarını belirleyecek temel öğelerdir. 

  Koruma, olay yerini değerlendirme aşamasıdır. Olay yerini nasıl değerlendireceğiz? (Hasta/yaralılara müdahale etmeden önce kendimizin güvende olduğundan ve çevrenin güvenli olduğundan emin olmalıyız.), Olay yeri güvenli mi? (Ortamda ikinci bir trafik kazası tehlikesi, yangın, patlama, elektrik kaçağı, kimyasal madde bulaşması, gaz kaçağı, duman gibi tehlikeli durumların olup olmadığına bakılmalıdır. Olay yerinde tehlikeli durumlar mevcut ise hasta/yaralının yanına gidilmez. Güvenli bir mesafede kalınarak yardım çağrılır. Ortam güvenliği sağlandıktan sonra hasta/yaralılara ilkyardım müdahalesi yapılır. Örneğin bir trafik kazası ile karşılaştık müdahale yapmak istiyoruz. Öncelikle ortam güvenliğini reflektör veya uyarıcı işaretleri çevreye koyarak amaç ikinci bir trafik kazasını önlemek, meraklı kişileri olay yerinden uzaklaştırmalı, kaza yapan araç çalışıyorsa kontak anahtarını kapatmalı ve olay yerinde sigara içimini olası bir patlama için engellenmelidir.), Olay nedir? Olaydan etkilenen kişi sayısı? ve Çevrede yardım edecek kişiler var mı? sorularının cevaplarını olay yerini değerlendirirken göz önüne almalıyız. 

   Bildirme, ilkyardım gerektiren bir olayla karşılaştığımızda, ilkyardımcının en kısa sürede 112 nolu telefonu araması veya aratması aşamasıdır. 112 hasta/yaralı bilinçsizse (ciddi yaralanması solunum güçlüğü veya bozukluğu, kanaması, karında ağrı ve sertlik, kusma, baş ağrısı ve konuşma güçlüğü, zehirlenme belirtileri varsa, baş-boyun-omurga incinmesi şüphesi, kırık, yangın ve patlama, elektrik çarpması ve trafik kazalarında) mutlaka aranmalıdır. Eğer olay yerinde yalnız isek bağırarak çevredekilerden yardım isteyebiliriz. Hasta/yaralı bilinçsizse ve tek ilkyardımcı biz isek çok hızlı bir şekilde 112'yi biz aramalıyız. (Telefon için bir yere gitmemiz gerekiyorsa telefon eder etmez hasta/yaralının yanına dönmeliyiz.) Bildirme yaparken 112 numarası çevrilmeli, gerekli bilgiler verilmeli ve sorulan sorular cevaplanmalıdır. (Adınız-soyadınız, aradığınız telefonun numarası, kesin yer ve adres, olayın ne olduğu (trafik kazası vb.), olaydan etkilenen kişi sayısı, hasta/yaralıların durumları, yapılan ilkyardım müdahaleleri söylenmeli.) Gerekli bilgiler verilmeden telefon kapatılmamalı, size öneri veriliyorsa dikkatlice dinlenmelidir. Olay yerinde hasta/yaralıya yardım etmeye devam edilmelidir. Gelecek olan acil yardımın başarısı bizim yapacağımız ilkyardım başarısına bağlıdır.

   Kurtarma, olay yerinin güvenliği sağlandıktan sonra olay yerindeki hasta/yaralılara hızla bakılarak durumları değerlendirilir. Bu aşamada her hasta/yaralıyı tek tek değerlendirmek için vakit kaybedilmez çünkü acil müdahale gerektiren hasta/yaralı varsa göz ardı edilebilir. Kanamalı, bağıran, ağlayan yada sessiz hasta/yaralılar, bebek, çocuk var mı bakılır ve müdahale öncelik sıraları belirlenir, o sırayla ilkyardım uygulanır. Uygulamaya öncelikle bilinçsiz, durumu ağır ve risk taşıyan hastalardan başlanmalıdır. Hasta/yaralıların değerlendirilmesi ve önceliklerin belirlenmesi, doğru ilkyardım yönteminin uygulanması ve hayat kurtarmada önemlidir. Yapılan ilkyardım müdahaleleri acil yardım gelinceye kadar sürdürülmeli ve gelen acil yardım personeline yapılanlar bildirilmelidir. Yangın, patlama, gaz sızıntısı vb. durumlar yoksa hasta/yaralı kesinlikle yerinden kımıldatılmamalıdır. Eğer taşınması gerekiyorsa mümkün olduğu kadar çabuk ve dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. 

   Türkiye'de ilkyardımcının uyması gereken kurallar vardır. Bu kurallar ilkyardımcıların sınırlarını belirleyerek onların hata yapma olasılıklarını azaltarak ilkyardım yapan kişiyi korur. Bu kurallar; Hasta/yaralıların taşınmasını gerektiren durum söz konusu değilse kesinlikle olay yerinde müdahale edilmelidir. Bilinçli hasta/yaralıya müdahale etmeden önce kendini tanıtmalı, ilkyardımcı olduğunu söylemeli ve hasta/yaralıdan mutlaka müdahale için izin istemelidir. Olay yerinin güvenliğini almadan hasta/yaralıya müdahale edilmemelidir. Mutlaka 112 (acil yardım) aranmalıdır. Yardım gelinceye hasta/yaralının yanından ayrılmamalı ve gerekli müdahaleler yapılmalıdır. İlkyardım bilgi ve becerilerini sürekli olarak yenilemeli ve bu konuda eğitim almalıdır. Kendini formda tutmalıdır, alkollü iken müdahale etmemelidir. Müdahalede öncelikleri belirlemeli ve ona göre ilkyardım uygulamalıdır. İlkyardımcı kendi görev ve yetkilerinin sınırlarını bilmeli ve kendini sağlık personeli ya da doktor olarak görmemelidir. Hasta/yaralılar arasında ayırım gözetmemelidir. Hasta ve yakınlarına psikolojik destek sağlamalıdır. Hasta/yaralıyı kayıp olarak görmemelidir. Adli vakalarda görevlilere yardımcı olmalıdır. Kendine emanet edilen eşyalardan sorumlu olmalıdır. Sır saklamalı ve mahremiyete önem vermelidir. Yaptığı ilkyardım müdahalesi karşısında ödül kabul etmemelidir. İlkyardım gerektiren durumlar insanların telaşlı ve heyecanlı oldukları ortamlardır bu yüzden ilkyardımcı sakin ve kararlı bir şekilde olayın sorumluluğunu almalı ve gereken müdahaleleri doğru bir şekilde yapabilmelidir. Bunun için ilkyardımcının taşıması gereken özellikler; önce kendi can güvenliğini korumalı, insan vücudu ile ilgili temel bilgilere sahip olmalı, sakin, kararlı olmalı ve hızlı karar verebilmeli, kendine güveni olmalı, pratik olmalı, eldeki olanakları değerlendirebilmeli ve olayın bildirilmesi için 112'ye haber verebilmelidir. 

   7'den 77'ye ülkemizde herkesin acil bir durumda ne yapması ve nasıl yardım edeceği konusunda bilgi sahibi olması gerekir. Bu yüzden ilkyardımın ne olduğu, aşamalarını ve ilkyardımcının özellikleri ve uyması gereken kurallar iyi bir şekilde bilinmesi ve uygulanması gerekir.

11 Eylül 2013 Çarşamba

Dispne (Nefes Darlığı) ve Hemşirelik Bakımı

   Dispne, soluğun kesilmesi, soluk daralması, zor ve efor isteyen anormal bir solunum çeşididir. Kişinin solunumu dayanabildiği aktivite seviyesinin altına indiği zaman rahat olmayan bir solunum duygusu hissedilir bu yüzden subjektif bir yakınmadır. Her yaşta görülebilir. Dispnenin çeşitleri vardır ve herhangi bir nedenle dispneyi yaşayan hastalarda hemşirelik bakımının önemi bilinmelidir.

   Dispne solunum rahatsızlığı; kişinin fiziksel aktivite yapması (fizyolojik dispne), astım gibi akciğerlerle ilgili bir nedenle (pulmoner dispne) veya solunum yollarına bağlı olmayan sebeplerden (metabolizma bozukluklarına bağlı vb.) dolayı ortaya çıkabilir. Ortopne dispnenin bir türü, kişi sırtüstü yattığı sırada oluşan, otururken ve ayağa kalkarken geçen bir soluk daralma hissidir. En sık görülen dispne şekli fiziksel aktivite ile görülen fizyolojik dispnedir. 

  Dispneyi yaşayan hastaya hemşirelik bakımı her rahatsızlıkta olduğu gibi önemlidir ve hastanın o süreci daha rahat ve daha kısa sürede atlatması bazen hayati önem taşımaktadır. Hemşirelik bakımı olarak dispnede yapılması gerekenler: Hastaya sakin bir ortam, açık ve temiz bir hava yolu sağlanır, hasta bu durumda yalnız bırakılmamalı, durumu açıklanır ve rahatlatılmaya çalışılır, hastanın durumunun uygunluğuna göre fawler (yatakta oturma), semifawler  ve ortopne (oturarak öne eğilme) pozisyonlarından biri verilir, oksijen ihtiyacının artmaması için hareketler sınırlandırılır, nazal kateter, maske veya respiratör ile hastaya oksijen uygulanır, oksijen gereksinimi fazla ise çadır uygulanır, oksijenin yan etkilerine karşı hasta gözlenmeli ve gerekli önlemler alınmalı, diyafragmatik solunum yapması için hasta eğitilir ve uygulanması sağlanır, durumu tetikleyen çevresel faktörler ortadan kaldırılır, rektal yol ile vücut ısısı ölçülür, beslenmesi gerekiyorsa IV yol ile yapılır, hastanın sıvı-elektrolit dengesinin sağlanması için aldığı ve çıkardığı takibi yapılmalıdır.

   Dispne solunum sıkıntısı olan kişiler mutlaka hastaneye başvurmalı ve iyi bir bakımla tedavileri yapılmalıdır. Aksi takdirde sonuçları daha kötü olabilecek durumlarla karşılaşılabilir. 
         


Turkuaz Rengi ve Sağlığımız

   Hayat gözümüzde hep renklerle bir bütündür. Renkler, ışığın prizmatik olarak dünyaya kırılarak düşmesi ile oluşur. Dünyada milyon tane renk vardır ama insan gözünün algıladığı üç tane ana (mavi, sarı, kırmızı) ve üç tane ara renk (turuncu, yeşil, mor) vardır. Beyaz ve siyah renkler, bilimsel olarak renk kategorisine girmemektedir. Ara renkler ana renklerin birleşiminden oluşur. Diğer bütün renkler ana renklerden oluşur.  Turkuazda bir renktir ve her gruptan bir rengin birleşmesi ile oluşur. Mavi (ana renk), yeşil (ara renk) ve beyaz (renk grubuna girmeyen) renklerin bir araya gelmesi ile  ortaya çıkar. Her rengin biz farkında olmasakta vücudumuz üzerinde psikolojik ve fiziksel boyutta etkileri vardır. Turkuazında bu yönde bedenimize olumlu ve olumsuz etkileri vardır.

    Turkuaz renginin hem erkek hem kadın üzerinde psikolojik etkileri; 
  • Özellikle erkekler üzerinde olumsuz etki yaptığı ve turkuaz rengini kullanan kadınlara daha ilgisiz davrandıkları gözlenmiştir.
  • Sinirleri yatıştırır ve zihinsel yorgunluğu giderir. Bu özelliğinden dolayı; suyun bulunduğu alanlara yakın bulunmak ve mekanlarda bu rengin kullanılması kişiye  rahatlık, huzur ve dinginlik veriyor. 
  • İnsana canlılık ve serinlik hissi verir. Çocukların okul başarısı için başvurulacak bir renktir.
   Fizyolojik etkileri; 
  • Kulak ağrılarına iyi gelir.
  • Sindirim problemlerini hafifletir.
  • Kemiklere iyi gelir.
  • Tansiyonu dengeler, kalp sağlığını korur. 
  • Migren, baş ağrılarını ve öksürüğü azaltır. Ağrı kesici özelliği vardır.
  • Cinsel özelliği ve kadınlık özelliklerini artırır.
    Turkuaz renginin fiziksel ve psikolojik etkilerini öğrendikten sonra özellikle stres durumlarında huzur ve dinginliğe ihtiyaç duyduğumuzda başvurulacak bir renk olmalıdır. 

   Beslenmemize özen göstermek, fiziksel aktivitelerden birini düzenli olarak yapmak ve sosyal hayatımızı istediğimiz oranda şekillendirip aktif kılmak fiziksel ve ruhsal boyutta sağlıklı olmamızı sağlayacaktır. Aynı zamanda renklerin vücudumuz üzerindeki fiziksel ve ruhsal boyuttaki etkilerini  bilerek, onlara başvurmakta bize sağlıklı yaşamamız için yardımcı olacaktır. 

8 Eylül 2013 Pazar

Aile Planlaması Nedir?

   Aile planlaması, ailelerin kararlaştırdıkları en uygun zamanda, ekonomik durumları ve kişisel istekleri doğrultusunda istedikleri ve bakabilecekleri sayıda çocuk sahibi olabilmeleri ve doğumlar arasında istedikleri aralığı sağlayabilmeleri, çocuğu olmayan çiftlerin ise çocuk sahibi olabilmeleridir.

   Bir kadının, 18 yaş altında, 35 yaşın üstünde gebe kalması, 2 yıldan daha sık aralıklarla doğum yapması, 4 ve 4'ten fazla çocuk sahibi olması kendisi ve çocuklarının ölüm riskini artırır. Çok ve sık gebelik, doğuma bağlı anne ve çocuk sağlığında oluşabilecek olumsuz etkileri önlemek, oluşabilecek olumsuz etkilerin giderilmesine yardım etmek ve çocuğu olmayan ailelerin çocuk sahibi olmalarını sağlamak aile planlamasının temel amacıdır.

   Türkiye'de kadınlar doğumlarının son 5 yıl içerisinde % 69 oranında isteyerek, % 11 oranında daha sonra olmasını isteyerek ve % 19 oranında istemeyerek gerçekleştiği saptanmıştır. Türkiye'de  çiftlerin büyük bir kısmı daha geleneksel (geri çekme yöntemi), güvenirliği düşük ve sağlık açısından riskli doğum kontrol yöntemleri uygulamaktadır.

   Türkiye'de aile planlaması hizmetleri; Sağlık Bakanlığı'na bağlı sağlık ocakları, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri, hastaneler, SSK hastaneleri, üniversite ve diğer sağlık kuruluşlarının hastaneleri ile özel sağlık merkezlerinde verilmektedir.

   Aile bireylerini üreme sağlığı ve aile planlaması yöntemleri konusunda eğitmek ve tıbbi destekten yeterince yararlanılmasını sağlamak hem bebek ölümlerini azaltacak hem de bireylerin etkin bir yöntem kullanmasını ve sağlıklı aileler oluşmasını olumlu yönde etkileyecektir.